EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & ay pare https://edebiyatblog.com/rss/author/ay pare EdebiyatBlog & Online Blog Makale Kurgu Yaz Oku & ay pare tr-TR © 2021 | EdebiyatBlog® | Tüm Hakları Saklıdır. İkimizdik... https://edebiyatblog.com/ikimizdik https://edebiyatblog.com/ikimizdik İkimizde duvarlar arasında sıkışıp kalmıştık. Ama aramızda bir fark vardı...

Senin duvarlarını sen, benim duvarlarımı insanlar örmüştü. Ve sen bana bencil demiştin...

Benim duvarlarımı yıkmak için insanlardan, senin duvarlarını yıkmak için kendinden kurtulman gerekiyordu.

Ben insanlara zarar vermemek için kendimden kurtulurken, sen kendine zarar veremediğin için suçu olmayan insanlardan kurtuldun, zarar verdin.

Asıl bencil olan, ikimizdik.

Yoksa neden, hak etmeyenlere zarar verelim?

Yoksa neden bu duvarlar arasında olalım?

Asıl bencil olan, ikimizdik...

]]>
Mon, 27 Jun 2022 14:48:57 +0300 ay pare
Işık ve Karanlığın Savaşı https://edebiyatblog.com/isik-ve-karanligin-savasi https://edebiyatblog.com/isik-ve-karanligin-savasi Bir güneş ışığı süzmesi içeri girdi. Onun etrafındaki kuş kanadı gibi narince yaptığı dans, birileri için kabaca uyandırılmak demekti.

Sudan incelmiş, güçsüz kalmış kapaklar bu narin ışığa karşı direniş sergilemeye çalışmış, yüreğinden ruhuna geçen yanma hissini sahiplendiğini fark ettiğinde pes etmek durumunda kalarak açılmıştı.

İş, açılmakla bitecek gibi görünmüyordu; çünkü görünmüyordu.

Karanlıktan tutulmuş, kırmızılar tarafından sarılmış bu gözler, ışığın içeriye girmesiyle, narin dansını burada devam ettirmek istediğini hissetti.

Hızla kapanan kapaklar, gece mavisinde bir denizi yaratan gözlerinden şaşılacak şekilde gelen damlalar ile kurumuş dudakları açılarak, "Of! Of!" demesine sebebiyet vermişti.

Oysa yüreği ile ruhu arasında gezinen ışık süzmesi ona, "Of değil, af," diye fısıldıyordu. Bu ise onda garip bir yürek ağırlığı oluşturuyordu.

Tam sol tarafında taş dese taş değil, yılan dese yılan değil; kara delik taşıyordu adeta. Elini oraya koyduğunda, içeri çekilmesinden korkarak geri çekmek mecburiyetinde kalıyor, bu ağırlığın önce ruhunu ardından da bedenini ezmeye başladığını fark ediyordu.

Fakat ne ağırlığı ne ezilmeyi ne de huzursuzluğu gidermek için çabası yoktu. Artık, yoktu.

Kafasının altındaki yastığı kendi elleriyle çekmesine rağmen, boşluğa düşen kafası onu bir anlığına duraklatsa da ellerindeki yastığı kafasının üzerine kapatarak; dün gece kaçabilmeyi dilediği o karanlığı kendi yaratmıştı şimdi.

Işık bu sefer kaybetmiş olsa da bir gün kazanacağını biliyordu. Çünkü ışığın yanıklarından herkes kaçar, kaçar ve bir gün elbet teslim olurdu. Zamanla ışığın kaçtıkça yaktığını, teslim oldukça ısıttığını öğrenirsiniz, hiç şüphesiz.

Bu yüzden ışık, yüzünde beliren ince ve yine narin tebessümünü birkaç kuşun cıvıltısı ile sunmuştu bile çoktan.

Bu tebessüme karşılık bir sinir ortaya çıkmış, yastığının uçlarını kulaklarını kapatacak şekilde katlamıştı bile elleri sertçe.

Ellerinin sertliği, ışığın doğasına zıtlık kurma arzusuyla bu hale geldiği gibi, yine bu arzuyla kendine zarar vermeye engel olamamıştı.

"Of, yeter ya!" diyerek öylesine savuşturulan yastık yüzünden, yatağa yapışık komodine sertçe çarpan ve oldukça tok bir ses çıkaran el; karanlığın ışığın tebessümüne karşı olan susturma denemesiydi.

Denemesiydi çünkü ışık biliyordu ki, bu susturma şekli sayesinde ışığa geliş yollarına birer kestirme ekleniyordu. Sadece bir müddet daha sabretmesi gerekiyordu bu altı boş olan, içi can yakan ve üzeri örtülen susturma şekline karşı.

"Ah!"

Ağızdan istemsizce etrafa yayılan ve büyük ölçüde etki yaratan ses, önce ışığa bir işaret olarak, tekrar narince dans etmesine vesile oldu.

Ardından ise karanlığa bir uyarı olarak, taşları kıracak olan suyun kaynağına örtü örtünmesine sebep oldu.

Her iki tarafında oldukça çekişmeli olması beklenen bu savaşta, ışık nedensizce bir sakinlik, dinginlik ve nezaket içerisindeydi.

Karanlıksa tam tersiydi. Tüm silahlarını karşıya yöneltmiş, öfke ve hiddetini kullanmaktan çekinmiyordu.

Belki de kaybetmesine neden olan da buydu.

Hiçbir karanlık silahı beyaza doğru yöneltmekten çekinmeyişindendi...

Çünkü ışık yani beyaz, kendini karanlığa yöneltmekten ve değmekten oldukça çekiniyordu. Galiba karanlıkta bunu bir silah misali korku olarak kullanıyordu, ışığa karşı.

Peki yine de ışığın bu kadar sakin, dingin ve nezaket içinde olmasının nedeni neydi?

Kim bilir... 

]]>
Fri, 17 Jun 2022 23:13:45 +0300 ay pare
Daha, Biraz Daha https://edebiyatblog.com/daha-biraz-daha https://edebiyatblog.com/daha-biraz-daha Mürekkebe batırdığı kalemiyle kâğıda ne yazacağını bilemeyen küçük kız, kalemin ucundan kâğıda damlayan mürekkebe baktı.  

Kâğıdı kirlenmişti.  

Hiç umurunda değildi.  

Ve bu umursamazlık onun için normal değildi.  

Derin bir nefes çekti içine, göğüsleri yavaşça şişerken.  

Şişen göğüslerini yine yavaşça boşalttı.  

İçine çektiği nefes ona yeterli gelmiyordu. Daha fazlasını, biraz dahası istiyordu, içine çekebilmek için.  

Ama içinde başka nefesin sığabileceği yer yoktu.  

Doluydu içi, taşıyordu. Verdiği her nefeste biraz daha boşaltıyor, yine de yetmiyordu. Dahası, biraz dahası lazımdı.  

İşte tamda bu yüzden elinde mürekkebe bandırılmış bir kalem, önünde mürekkeple lekelendiği halde umursamadığı kâğıdı vardı.  

İçini boşaltmak için.  

Daha, biraz daha boşaltmak için.  

Kalemi kâğıda yakınlaştırdı, ucunu yavaşlıkla kâğıda değdirdi.  

Ne yazacağını bilmiyordu. Kâğıdın üzerin de dağılmaya başlayan mürekkep, kadına hoş bir görüntü sunmuştu. Hoşuna gitmişti, mürekkebin kağıtta dağılışını izlemek... 

Bir an, kalbine de tüm duyguların böyle işlediğini fark etti.  

Nefret, özlem, aşk, acı, sevinç... İçinde hissettiği her ne varsa, aynı bu mürekkebin kâğıt üzerinde dağılışı gibi yavaşça kalbinde dağılıyordu.  

Bilinmez, hangisinin kalbi tamamen sardığı. Kalbin hangi renge, o rengin hangi duyguya ait olduğu, bilinmez... 

Ve küçük kız, kalemin kâğıda olan temasını kopartarak, gözlerini kapattı.  

İçini boşaltması gerekiyordu ama hangi kelimeler, kuracağı hangi cümleler, üst üste dizeceği hangi paragraflar içini boşaltmasını sağlardı, bilmiyordu.  

Ne yazarsa rahatlardı? 

Ne yazarsa içinde yer açılırdı? 

Ne yazarsa, rahatlamış, ferahlamış hissederdi? 

Ne yazarsa gönlü ferahlardı? 

Ya da ne yaparsa ona fayda verirdi? 

Kapalı gözünden süzülen bir damla yaş, az önce kâğıda yayılmayı bırakan mürekkep lekesinin üzerine düştü.  

Leke, mümkünmüş gibi biraz daha büyüdü.  

Gözünden yaşın süzüldüğünü anlayan küçük kız, gözlerini kırpıştırarak açtı. Kâğıdın üzerine düşen yaşı, biraz daha dağılan lekeyi gördü.  

Belki de ağladığı her duygusu da kalbinde böyle biraz daha dağılıyordu. O ağladıkça, kalbini biraz daha sarıyordu... 

Bu yüzden miydi, hissettiği her şey için, her zaman yas tutmamasının gerekmesi?

]]>
Thu, 05 May 2022 21:19:11 +0300 ay pare
Seçim https://edebiyatblog.com/secim https://edebiyatblog.com/secim Bir çiçek açtı kalbimde, mis kokular yayacağını sandığım; sen tarafından kopartılan.  

Olsun diye fısıldadı dudaklarım, kaçınmadı kirlenmekten ellerim; yeni çiçek tohumları ekerken topraktan.  

Sen ise gördün çabamı, istediğimi bir çiçek; durdun. 

Ektim bir çiçek, büyüdü bir çiçek; izin verdin, umutlar ekildi içime, senin ellerin tarafından. 

Dedim, oluyor, senden de geliyor bana, benden sana giden gibi; kalp atışları.  

Duymak istedim, duyur istedim; kaçmayı seçtin, gördüğüm halde, atan kalbini. 

Camdan bir kutuya gizlediğin o kalbi, bulduğum sürece sakladığın yeri; görebiliyorum, ne için attığına kadar.  

Kaçışın bu yüzden, gizlenmek istediğinden; saklanacak yerler arayabilmek için.  

Biliyor musun, istesem bulurum.  

Biliyor musun, istesem bulmam. 

Biliyor musun, istesem seni çok severim. 

Biliyor musun, istesem seni hiç sevmem. 

Biliyor musun, istesem senden nefret ederim. 

Biliyor musun, istesem senden nefret etmem. 

Biliyor musun, istesem, istediğim şeyleri istemeyi bırakırım.  

Ve biliyor musun, istesem, istemediğim şeyleri istemeye başlarım.  

Hadi, seç birini ve istememe neden ol.  

Unutma, sen seçiyorsun. 

Ve unutma, her zaman sana vermem, seçim şansını.  

İstediğim için veriyorum, bu şansı.  

Bakalım, doğru seçimi yapmana neden olacak bir seçim yapmış mıyım ben? 

]]>
Tue, 03 May 2022 16:57:13 +0300 ay pare
Kalp Hastalanınca, Aşk yolunda https://edebiyatblog.com/kalp-hastalaninca-ask-yolunda https://edebiyatblog.com/kalp-hastalaninca-ask-yolunda Görüyorsun yerdeyim, düşmüşüm, her yerimden kanlar sızıyor, delik deşik olmuşum; kalbime kadar.  

Bir de sen vuruyorsun, ruhumu altına aldığın ayaklarınla.  

Bu nasıl sevmek? Bu nasıl kırmak istememek? Bu nasıl kaybetmemek için savaşmak? 

En çok bilerek yapman koyuyor. Önceden görmezdin, bilmezdin, yapardın; affı vardı.  

Ama şimdi... Ama şimdi, görüyorsun, biliyorsun, yapıyorsun; şimdi niye affı var o halde? 

Çünkü benim kalbim daha fazla dayanmayacak.  

Sen sandın ki, ben kalbim hasta deyince, öyle mecazi anlam yükledim cümleme.  

Yanlış sandın be sevdiğim, yanlış sandın.  

Benim kalbim sahici hasta.  

Hem de en sahicisinden...  

Kalbim son atışlarını da seninle gerçekleştirmek istiyor; iyi veya kötü...  

Ve biliyorum ki, sen bana böyle yaptıkça benim kalbim daha da hasta oluyor, iyileşme umutlarına küsüyor.  

Belki de diyor ki senin seven güzel kalbim; “eğer iyileşirsem, onunla biteceğiz; ben yaşarken.” 

Ben, ben kaybedeyim ama biz kazanalım istiyorum be sevdiğim, çok şey mi istiyorum?  

Alt tarafı kalbim sen diye atarken duracak, bedenimde senin kokun kalacak, gözlerimde senin yansıman olacak, o kadar.  

Çok şey mi bunlar, ölüme adım adım yürüyen biri için?  

Söylesene sevgilim, kalbimin böyle hasta olduğunu bilsen, beni ölüme götürecek kadar, ne yaparsın? 

Yine böyle mi davranırsın mesela?  

Bence hayır sevgilim, davranmazsın.  

Sanırım ondan senden gizleyişim bu hasta ve sana meftun kalbi...  

Şu kısa sürecek olan yaşamımda, her şeye rağmen, iyi ki seni sevdi bu kalp, onu daha da hasta etmene rağmen...  

Benim ardımdan, beni sevdiğinden çok daha güzel seveceğin sevgililerin olacak, bu azıcık acıtıyor.  

Ama mutlu olacaksın be sevgilim.  

Benim ardımdan mutlu olacaksın...  

Senin kalbinde güzel sever, bilirim. Sadece insan seçer, beni seçmedi mesela.  

Sen beni sadece seviyorsun, güzel ve düzgün yapmıyorsun bunu.  

Üzgünüm kalbim, seni biraz daha güçsüz kılan bu gerçekleri rahatça söyleyebildiğim için.  

Neyse sevgilim... 

Sen sadece ve sadece ben gidene kadar bizi yaşatmama izin ver, ben başka bir dilek dilemem, gözlerimin değmesinden utandığım yıldızımızdan.  

 

 

]]>
Sat, 30 Apr 2022 23:13:19 +0300 ay pare
Çorapsız Uyuma, Ayakların Üşür https://edebiyatblog.com/corapsiz-uyuma-ayaklarin-usur https://edebiyatblog.com/corapsiz-uyuma-ayaklarin-usur Sen iyi değilsin diye, kendi iyi olmayışımı karanlık bir gölgenin ardına gizledim. Hoş, senin beni hapis etmek için yarattığın karanlıkta gözükmüyordu bu gölge, işime geliyordu gizlemek konusunda kötü oluşumu.  

Ama sonra sen, ben tam hapis olduğum karanlıkta geceye ay gibi yükselmişken, güneşi istediğini söyledin.  

Bana gelip, beni yok etmek istemediğini söylerken, ay olduğumu bile bile gözlerime bakarak güneşi istediğini söyledin.  

Ay olan ben, senin için kendimi yitirdim, güneş oldum. Ne zordur sen bilir misin, insanın kendini bulduktan sonraki yitirişini, üstelik bunu bir başkası için istemeyerek yapmasını?  

Bilmezsin, bilemezsin. En azından benden sonrası için, bilmediğine eminim. Çünkü ben hep kendin ol istedim, hiç yitirme istedim kendini; benim içinde olsa... O bencilliği yapamam ne sana ne de bir başkasına; her ne kadar senin yokluğun ve varlığın, başkalarının yokluğunu değiştirmeyecek olsa da.  

Güneş oldum, gündüzü doğurdum. Gölgem göründü... Gölgem gözlerinin önüne tüm sırlarıyla serildi, kollarını sana uzattı sarıl diye.  

Sen ise umursamadın. Benim dokunamadığım gölgemi kırdın, parçaladın. Tüm parçalar sanki güneşin ışığında yanmış da kül olmuş gibi ayaklarının altında ezildi kaldı.  

Bu sefer de bana, beni umursadığını benden gizleyeceğini söyledin. Yani bana dolaylı yoldan beni umursamayacağını söyledin.  

Yutkundum.  

Gözlerimde hissettiğim yaşları tavana kaldırdığım kafamla geri gönderdim.  

Sesimi çıkarmadım...  

Ne dediysen yaptım...  

Ama sonra gördüm ki, senin dediklerin ile yaptıkların birbirlerini tutmuyor. Hep bir ikilemde kalıyorsun, beni öldürüyorsun o ikilemde.  

Öldüm... Öldüm... Ve dirildim.  

Nasıl oldu bilmem ama dirildim.  

İçimdeki bize dair söndürmemek için ağlamadığım umutlardan mı yoksa başka bir şeyden mi bilmiyorum sevgili ama dirildim.  

Belki de sadece dirildiğimi sanmışımdır, hala ölüyümdür?  

Sen bilirsin, sen beni hep görürsün çünkü. Sadece görmezden gelirsin...  

Sonra nasıl oldu bilinmez, biz iyi olduk sevgili.  

Senin beni onca parçalamana, onca yitirmene rağmen, biz yine iyi olduk sevgili. 

Söylesene, geçmişi her gün tekrar tekrar yaşayan ben, senin bu kırıklarını nasıl umutların altına saklamayı başarıyorum?  

Biliyorsun değil mi, bunu da biliyorsun? Ama görmezden geliyorsun işte...  

Gelmesen sevgili? Beni görmezden gelmesen?  

Bu sayede bende kendimi mezarımın başında çiçek ekerken, senin mezarıma arkanı dönmüş gidiyor olduğunu hissetmem.  

Ah sevgili ah! 

Beni sana sevgilim diyemeyecek kadar yaraladın ya, bende sana seni seviyorum yerine, “Çorapsız uyuma, ayakların üşür,” derim, senin dilinde seni seviyorum olacak şekilde.  

Sen bıraktın bana, “Çorapsız uyuma, ayakların üşür,” demeyi, yani seni seviyorum demeyi. Ne olacak, senin demediğin tüm sevgi itiraflarını ben derim, dilime yapışmaz... 

 

]]>
Sat, 30 Apr 2022 22:00:17 +0300 ay pare
Yumurta Akı Gibi Değer https://edebiyatblog.com/yumurta-aki-gibi-deger https://edebiyatblog.com/yumurta-aki-gibi-deger Zaman, yumurta akı gibi akışkan bir sıvıydı. Bizlerse içinde yer alan, yumurta sarısıydık. 

Dikkat etmeliydik ki, patlamayalım. Patlarsak yumurta sarısı misali dağılırdık zamanın içinde...  

Dikkat edin, kimseler patlatmasın sizleri... Geri toparlanamazsınız.  

İşte kendinize tam da böyle değer vermeli, kendinize değer verir gibi başkalarına da değer vermelisiniz.  

Bu sayede ne patlarsınız ne de patlatırsınız... Ne suçlu ne de kurban olursunuz...  

Bir hiç gibi?... 

Bir hiç gibi... 

 

]]>
Fri, 29 Apr 2022 17:27:49 +0300 ay pare
Mumun Üzerindeki Özlem Ateşi https://edebiyatblog.com/mumun-uzerindeki-ozlem-atesi https://edebiyatblog.com/mumun-uzerindeki-ozlem-atesi Dışarıda damlaların akış hızının arttığına dair gelen seslerle birlikte kesilen elektrikleri evimiz karanlığa bürünmüş, ufak bir korkuya hapsetmişti beni. 

Her çocuk gibi karanlıkla aramda pek de iyi bir bağ bulunmazdı. Ondan korkardım ama bir yandan da ona karşı olan merakımı dizginlemeye çalışırdım.  

Evde elektriklerin gitmesiyle beraber yalnız olduğum odada beni ufak bir telaş sarar, yalnız kalmak istediğim bu odada ki yalnızlığıma lanet ederdim.  

Mutfakta elleri köpük köpük olan annem artık ezbere bildiği eşyalarının arasından bir bez alarak ellerini hemen öylesine kurular, dolapta yine ezbere bildiği mumlardan birkaç tanesini alırdı. 

Aldığı mumlar için çekmeceden demir, pek kullanmadığımız bardak altlıklarını çıkartır, yaktığı mumu eriterek mumun sabit kalması için tabağa akıtırdı.  

Her zaman mumların düşmesinden korkan ben, elektrikler geldiği zaman söndürmesine bayılırdım. Hangi çocuk sevmezdi ki mumu üflemeyi? 

Gerek pastanın üzerinde olsun gerekse korktuğumuz karanlığı aydınlatan sarı birer yıldız olsun, söndürmesi her zaman çok zevkli gelirdi.  

Sadece hiçbir zaman üflenen pasta mumlarıyla dilenen dileklere anlam veremez, sadece üflemek ile yetinirdim.  

Neden bir ateşi söndürdüğümde sırf söndürdüğüm gün doğduğum gün diye dileğim gerçek olacaktı ki? 

Annem tabaklara yerleştirdiği mumlar ile yanıma gelir, karanlıktan korktuğumu bildiği için benimle konuşmaya ve gülmemi sağlamaya çalışırdı. 

Ama bilirdim ki, korktuğumu söylersem bunun bir saçmalık olduğunu söyler, beni bilmeden üzerdi.  

Bende susmayı tercih ederek yavaşça karanlığa alışan gözlerimle kendimi koltuğa atar, uyuyacağımı bile bile uyumam diyerek üzerimi bir battaniye ile örterdim.  

Karanlığı dışında severdim aslına birden giden elektrikleri. 

Gözlerimin alıştığı o karanlıkta yatmak, sobanın içeriye yaydığı sıcaklığa daha da fazla odaklanmamı ve hissetmemi sağlardı. O zamanlar uyumak daha bir keyifli olurdu, babamın sobaya özellikle attığı portakal kabuklarıyla.  

Şimdi şöyle dönüp bakıyorum da hayatımın en kalıcı anlarının o karanlıktan oluştuğunu görüyorum rahatlıkla, o anları yaşarken pek rahat olamasam da.  

Bu benim için aynı, bir kâğıdı siyaha boyayıp kirlenen ellerime üzülmem gibi. Ama sonrasında kendime siyaha boyadığım sayfalar için aldığım beyaz kalemimle çizdiklerim ve yazdıklarım var, ruhumun sanıldığı gibi siyah değil de beyaz olduğunu kanıtlayan.  

Ve ben bugün burada oturmuş, dün kesilen elektriklerin ardından geçmişin bana getirdiği o şeyleri akıtıyorum buraya, siyah bir renkle.  

Geçmiş bazen, öylesine okunmuş kitap sayfaları gibi çıkıveriyor karşımıza. Ve biz o sayfaları açıp tekrardan okuduğumuz da hiç bilmediğim şeyleri görerek kendimize kızıyoruz. Çünkü okuduğumuzu sanmıştık... 

Şimdi masam da yanan, etrafa sarı ışıklar yanan mumumun sönme vakti, aynı içimde geçmişe karşı yanan özlem ateşi gibi. 

 

]]>
Fri, 29 Apr 2022 17:20:15 +0300 ay pare
Beyaz Ayı'nın Lekesi https://edebiyatblog.com/beyaz-ayinin-lekesi https://edebiyatblog.com/beyaz-ayinin-lekesi Bir anlık sessizlik doğacak olan yürek yanıklarını ifade ediyordu yine. Suçsuzların suçuydu elbet ki suçsuz olmaları.  

Küçük kızının önüne atlayan babanın suçsuzluğunu ifade eden şeydi kızını masumca koruma isteği.  

Bir anlık patlayan silah sesinin ardından ortalık sessizliğe bürünmüş küçük kız kapattığı gözlerinin önüne babasının ona doğum günü hediyesi olarak aldığı büyük beyaz oyuncak ayıyı koymuş ve sarılmıştı. 

Baba nereden bilebilirdi ki bembeyaz ayı kendi kanıyla kızını koruma uğrana lekelenecek? Bilseydi... 

Küçük kızın arkasından gitmemesi için bağıran anne, kızını bile suçlayamazdı. Küçüktü o, çocuktu. Ve onun masumluğu babasının ölüm sebebi olmasını engellerdi.  

Yine de kadın içinde bir şeylerin koptuğunu ve asla bir araya gelemeyecek şekilde parçalara ayrıldığını hissetti. İçi sızladı. Kalbinin tam ortasında yer verdiği ve tüm damarları ona bağlayan kadın nefesinin kesildiğini, o an öleceğini sandı.  

Sonra bir an yüzüne ayıcığını kapatmış olan kızına gözleri kaydı. Hızla koşturup ona sarıldı. Tam arkasında, kızından saklaması gereken ve sarılıp sarmalamak istediği sevdiği vardı. Ama yapamazdı. Kızını, biriciğine bunu yapamazdı. 

  

Yıllar geçmiş, beyaz ayıcığın üzerinde ki kanlı lekeler genç kızın ve saçları ağaran annesinin yüreğinde ki özlem gibi geçmemiş, gitmemişti.  

Genç kız elinde ki ayıcığı yüzüne tutup babasının onun için kendini feda ettiği o sahneyi kaçırdığı yere ayak bastı.  

O... Hep kendini suçlamış ardından da babasının ona kendine bunu yaptığı için kızacağını düşünerek kendini suçlamayı bırakmıştı. Bu onu haklı ilan etmezdi ama o bildiği, inandığı gibi yaşamanın önemini biliyordu. 

Ya inandığın gibi yaşardın ya da yaşadığın gibi inanırdın. Ve yaşadığın gibi inanman demek, çevrenin toplumun algılarını benimsemen demekti. Bu... Doğru değildi! Çünkü bu ona inanıyordu... 

 

]]>
Fri, 29 Apr 2022 17:13:55 +0300 ay pare
Ölülerin Toplumda Yerleri Yoktur https://edebiyatblog.com/olulerin-toplumda-yerleri-yoktur https://edebiyatblog.com/olulerin-toplumda-yerleri-yoktur Genç kız yalnız olduğu evin duvarlarına tutundu. Duvarlarla konuşsa, tepki vermedikleri için değil, onu sarıp sarmalamadıkları için vururdu. Teki kırık olan kanadı ona geri verilmiş, ardından da ikincisiyle beraber alınmış gibi hissediyordu. Hoş, uçamama konusunda pek bir değişiklik yoktu. Ama tek kanatlıyken gelecekte uçma hayalleri kurabilirdi. Şimdi o da yoktu elinde. Ve o uçanları gördükçe içinde ki acıyı dindirmek için ne yaptığını bilmeden bir şeyler yapıyordu. 

Kız, tutunduğu duvara bile güvenemeyerek kendisini yere bıraktı. Dizlerinin üzerine düşerken üzerinde bulunan çantasının varlığından bile bir haberdi.  

"Ölülerin toplumda yerleri yoktur." dedi yaşlar çenesine doğru akarken. Ve devam ettirdi içinden, "Çünkü ölülerin yarınları, gelecekleri yoktur." diye. Gülümsedi... Bu gülümseyiş yağmurdan önce ki son güzel karelerdi belki de. 

Kendisi de bir ölüydü. Yarını, geleceği yoktu. Ve bu onun toplumda bir yeri olmadığını gösterirdi. Sorun, canını yakan, onu bu hale getirense çevresindekilerin onu zorla topluma karıştırmaya çalışmasıydı.  

Bu yaptıklarını bilmeden de olsa yapıyorlar, sanki sığmayacak bir eşyayı çuvala gözleri bağlı şekilde bastırdıkça bastırıyorlar gibiydi. Çuvalın yırtılıp yıpranması olasıydı ama zamanı belli değildi henüz. Yırtılıp yırtılmayacağını bilemem, ama yarınlar için çok yıprandığını ve yarınlarda kesin bir patlak vereceğini biliyorum. 

]]>
Fri, 29 Apr 2022 16:59:00 +0300 ay pare
Siyah ve Beyazın Arasında https://edebiyatblog.com/siyah-ve-beyazin-arasinda https://edebiyatblog.com/siyah-ve-beyazin-arasinda Genç kız bedenine çarpan rüzgarla sayesinde varlığını hissederken içinde ki hiçlik hissiyatına anlam veremedi. O bir hiçken onların var olması, mutlu olması canını yakıyordu. Kendisi yoktu, hiçti. Ama vardı... Rüzgârın hissettirdiği varlığı sadece bedenseldi. Ama o, ruhen yoktu. Ruhu bedeninden ayrılmak istiyor, bunun için genç kızın canını yakıyordu. Ruhu çığlıklar atıyor, adeta varlığın içinde ki yokluğu yaşatıyordu.  

Genç kız düşündü, yoktu. Ve vardı da. O bu haldeyken onlar varlardı. Yok olmalılardı... Bir daha düşündü ve onların kendisi için yok olabilmesinin en güzel yolunun, sahte varlığını gerçek bir yoklukla taçlandırmak olduğuna karar verdi.  

Belki de buradan atlarsa, alamadığı nefesler olacaktı onu gerçek yaşama tutunduran. Şu an aldığı nefeslerde boğulurken, gerçekten boğuluyor olmanın onun için ödül olacağını düşündü. Şimdi ki boğuluşu sonsuzluğa yayılmışken, gerçekten boğulacak olması birkaç dakikaya sığıyordu. Kurtuluş, diye geçirdin içinden. 

Tutunduğu demirlerin şiddetlenen rüzgarla beraber bedeniyle sarsıldığını hissetti. Aklına gelen şeyle hafifçe gülümsedi. Rose, ölmek istemiş, ardından gelen prensinin birkaç kelimesiyle hayata tutunmuştu. Hayata tutunmasını sağlayan prens, hiç beklemedikleri bir ölümle hayata olan aşkını sonsuzlaştırmıştı.  

Belki, dedi genç kız. Belki, beni de hayata birkaç kelimeyle tutundurmaya çalışan, hatta başaracak olan birisi olur, dedi. Ardından tutunduğu demirleri bırakarak geriye doğru birkaç adım attı. Gözlerini kapatarak kollarını açtı rüzgâra karşı. Tekrar varlığını hissetti bedeninin. Üşüyordu ve bedeni zonkluyordu.  

"Ben, beni ölmek isterken hayata bağlayacak, ardında da sahip olduğu yaşama arzusunu bana bırakarak beni bırakacak birini istemiyorum. Bu yüzden, ölmek isteyende, kendini hayata geri bağlayacak olan da kendini her şeye rağmen terk edecek olan de benim." dedi genç kız göz yaşlarını kurutacağını bildiği rüzgâr yüzünden akıtırken.  

Dudağının üzerine değen tuzlu tatla gülümsedi. Yalnızlık... Her şeyim kendimim. Her şeyim... Kaybetmekten korkacağım tekim, benim.  

Yalnızlık acı vericiydi. Yalnızlığın verdiği acı, damağında ki acı tadın boğazından geçerek tekrar o tadı istemene sebep oluyordu.  

Genç kız özgürdü. Kollarını kuşlar gibi açarak özgürlüğünü kanıtlamak istedi. Yalnızlığıyla özgürlüğünü kısıtlayan da oydu. 

Belki, yalnızlığını bırakarak özgürlüğün tadını kuşlar gibi çıkarabilirim diye geçirdi içinden. Tekrar tebessüm etti.  

Neden herkesin istediği özgürlüğe sahip olan kuşların özgürlüğüne sahip olarak kimsenin farkında olmadığı özgürlüğün bedelini ödemek istesin ki?  

O, yalnız iyiydi. Ama kötüydü de. Hem iyi hem de kötü nasıl olabiliyordu? 

Galiba o, siyah ve beyaz renklerinin birbirine karışmasını engelleyen o ince çizgiydi. Veya orada yer alanlardan bir tanesiydi. 

 

]]>
Fri, 29 Apr 2022 16:44:41 +0300 ay pare
Kağıt Helva Gibi https://edebiyatblog.com/kagit-helva-gibi https://edebiyatblog.com/kagit-helva-gibi Kâğıt helva gibi pul pul dökülen duygular, parmak uçlarıyla toplanarak tadılır. Bir dikkat bir özen vardır, tek bir parça bile israf olmasın diye...  

Isırılan kâğıt helva gibi yavaşça ezilen kalpler var, köşeleri gibi saman tadı veren.  

Biraz sabredince, ısırıklara devam edince tatlı kısmı gelir damağımıza, daha çok ezdiğimiz kâğıt helvadan.  

İşte o sabır, ezilen kalplere de bir tat verir, daha çok ezilmeleri için...  

Aşkın tadı belki de ezilerek çıkıyordur? Ve en çokta edilen sabırdan sonra gelen tatla... 

]]>
Thu, 28 Apr 2022 23:10:39 +0300 ay pare